Anayasa Mahkemesi (AYM) Baskani Zühtü Arslan, “Anayasa’nin 148. maddesinde Olaganüstü Hal'de çikarilan kanun hükmünde kararnamelerin sekil ve esas bakimindan Anayasa’ya aykiriligi iddiasiyla Anayasa Mahkemesinde dava açilamayacagi açikça belirtilmistir. Mahkememiz de bu açik anayasal hüküm ve yukarida ifade edilen ilkeler karsisinda OHAL KHK’larini denetleme yetkisine sahip olmadigina karar vermistir” dedi.Anayasa Mahkemesinin 55. kurulus yildönümü dolayisiyla düzenlenen törende konusan Anayasa Mahkemesi Baskani Zühtü Arslan, anayasal demokrasilerde yetki haritasini çizen kurucu iktidarin baska bir ifade ile anayasa koyucu oldugunu belirterek, “Yetki haritasi ise anayasadir. Elbette çizilen sinirlarin hukuk devletini tüm kurum ve kurallariyla tesis etmede yetersiz oldugu söylenebilir. Ancak degisinceye kadar mevcut anayasal sinirlar hepimizi baglamaktadir. Dolayisiyla bir anlamda bu sinirlarin koruyuculugunu yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinden anayasal sinirlarin disina çikmasi beklenemez” dedi.“Mahkememiz OHAL KHK’larini denetleme yetkisine sahip olmadigina karar vermistir”Anayasa koyucunun lafzi, anlami ve amaci bakimindan açik bir sekilde düzenledigi kurallari yorum yoluyla degistirmenin esasen mahkeme eliyle anayasa degisikligi yapmak anlamina gelecegini kaydeden Arslan, “Bunun da yargisal aktivizm ve mesruiyet tartismalarina yol açacagi her türlü izahtan varestedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin ‘hak eksenli’ yaklasiminin anayasal sinirlar içinde kalarak ve yargisal aktivizme tevessül etmeden temel hak ve hürriyetleri korumasi seklinde anlasilmasi gerekir. Bu çerçevede söz gelimi Anayasa Mahkemesinin görev yetkilerinin düzenlendigi Anayasa’nin 148. maddesinde Olaganüstü Hal’de çikarilan kanun hükmünde kararnamelerin sekil ve esas bakimindan Anayasa’ya aykiriligi iddiasiyla Anayasa Mahkemesinde dava açilamayacagi açikça belirtilmistir. Mahkememiz de bu açik anayasal hüküm ve yukarida ifade edilen ilkeler karsisinda OHAL KHK’larini denetleme yetkisine sahip olmadigina karar vermistir” diye konustu.“15 Temmuz darbe tesebbüsüne ragmen 2016 yilinda karara bagladigimiz bireysel basvuru sayisi, 2015 yilindakinden daha fazladir”Anayasa Mahkemesine yapilan bireysel basvurulari sonuçlandirma oranindaki yükselise dikkat çeken Arslan, “Anayasa koyucunun söz konusu kararnamelere iliskin yargisal denetimi parlamento onayindan sonra öngördügü anlasilmaktadir. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafindan kabul edilerek kanunlasan bazi OHAL KHK’lari hakkinda Anayasa Mahkemesine iptal davalari açilmis, bu davalarda ilk inceleme asamalari tamamlanarak incelemeye geçilmistir. Sayin Cumhurbaskanim, malumlari oldugu üzere Türk anayasa yargisindaki en önemli degisikliklerden biri 2010 Anayasa degisikligi ile Anayasa Mahkemesine bireysel basvurulari inceleme görevinin verilmesidir. Mahkememiz bugüne kadar bu görevi özenle etkili bir sekilde yerine getirmis, bu durum uluslararasi alanda da teyit edilmistir. Geçen yilki konusmamda memnuniyetle ifade ettigim gibi gelen basvurulari sonuçlandirma orani her yil artmistir. 2013 yilinda yüzde 50 olan bu oran 2014 yilinda yüzde 53’e, 2015 yilinda ise yüzde 77’e yükselmistir. Gelen basvurulari sonuçlandirma orani 2016 yili Temmuz ayina kadar artarak devam etmis ve yüzde 85’e yükselmistir. Hedefimiz 2016 yili sonunda bu orani yüzde yüze çikarmak iken 15 Temmuz darbe tesebbüsü yasanmistir. Buna ragmen 2016 yilinda karara bagladigimiz bireysel basvuru sayisi, 2015 yilindakinden daha fazladir” ifadelerini kullandi.“Avrupa’da son dönemde alinan bazi kararlarin insan haklariyla bagdastirilmasi mümkün degildir”Konusmasinda özellikle Bati’da yükselen yabanci düsmanligina deginen Arsalan, “Bilindigi gibi Avrupa’da birçok Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesi, Ikinci Dünya Savasi sirasinda yasanan yogun insan haklari ihlallerine ve bu ihlallere sebep olan totaliter rejimlere tepki olarak kurulmuslardir. Söz konusu mahkemelerin varlik nedeni, temel hak ve özgürlükleri korumaktir. Bu tarihsel gerçeklere ragmen ve geçtigimiz yüzyilda yasanan onca savas, katliam ve sistematik hak ihlallerinden sonra geldigimiz noktada ayni akil ve vicdan tutulmasini yasamak büyük bir trajedi olsa gerek. Daha da vahimi, toplumsal ve siyasal alanda zemin bulan yabanci düsmanliginin ve Islamofobi’nin izlerinin yargiya da siçramasidir. Bu kapsamda ulusal ve uluslararasi yargi organlarinin özellikle basörtüsüne iliskin yasakçi kararlari dikkat çekicidir. Bir yandan mültecilere kapilarini kapatan, onlari içeri alinmamasi gereken zararli unsurlar olarak gören, diger yandan da basörtüsünü kamusal ve toplumsal alandan dislayan bu yaklasimin Avrupa’nin temel degerlerinin basinda gelen insan haklariyla bagdastirilmasi mümkün degildir” diye konustu.“Avrupalinin vicdani huzurlu degildir”Avrupa’nin mülteci ve göçmen politikasini elestiren Arslan, sunlari kaydetti: “Gitgide yayginlasan ve her geçen gün yeni örnekleriyle karsilastigimiz bu dislayici yaklasim, ‘sinirlarimizdan içeri giren yabancilara bir hayirseverlik geregi degil, sahip olduklari misafirperverlik hakki geregi düsmanca muamele yapmama yükümlülügümüz bulunmaktadir’ diyen Immanuel Kant’in kemiklerini sizlatacaktir. Ayni sekilde ‘öteki’ olarak gördüklerine yönelik sorumluluklari yerine getirmeyen bu tavir, ‘Avrupa’ya özgü olan modernlik saatinde, Avrupalinin vicdani huzurlu degildir. Bu, süre giden binyillarin da sonundaki vicdan rahatsizligidir’ diyen Emmanuel Levinas’in ruhunu muazzep kilacaktir. Bu önemli meselenin kaynaginda hiç kuskusuz ‘öteki’ ile saglikli bir iliskinin kurulamamasi yatmaktadir. Bu nedenle yasanan küresel vicdan rahatsizligini gidermenin yolu, baskasini da insan olarak görmek ve insan haklarinin ayni zamanda ‘ötekinin haklari’ oldugunu kabul etmekten geçiyor. Bu da insani ‘esrefi mahlukat’ olarak gören bir anlayisi benimsemeyi ve özümsemeyi gerektirmektedir.”“Umarim insanlik Aliya Izzetbegoviç’in evrensel mesajina kulak verir”Aliya Izzetbegoviç’i hatirlatan ve onun esrefi mahlukat anlayisini öven Arslan, “Aslinda bu anlayisin öncülügünü yapan bir düsünürü ve devlet adamini hepimiz taniyoruz. Bu kisi merhum Aliya Izzetbegoviç’tir. Avrupa’nin merkezinde dünyanin gözleri önünde halki katledilirken yakici ve yikici bir savasin tam ortasinda Aliya söyle sesleniyordu; ‘Insan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karsi sorumlulugumuzdur.’ Aliya bütünüyle ahlaki olarak niteledigi ‘insan olmak ve insan kalmak’ kavramini politik dile de çevirmis, bu kavramin ‘hiç kimsenin dininden, ulusal kimliginden ya da politik inancindan dolayi zulme ugramayacagi ve bunun temel yasa olarak kabul edildigi hukuka uygun devlet’e tekabül ettigini belirtmistir. Kisacasi ‘insan olmak ve insan kalmak’ kavrami, siyasi dilde çogulcu demokratik hukuk devleti olarak formüle edilmistir. Bu kavramin ‘insan kalmak’ boyutu en hassas durumlarda bile hukuktan, hukukun üstünlügünden ayrilmamayi ifade etmektedir. Umarim akil ve vicdan tutulmasi yasayan, bu nedenle de yeni vicdan rahatsizliklarina mahkum görünen insanlik Aliya Izzetbegoviç’in bu evrensel mesajina kulak verir” ifadelerini kullandi.