Orhan YILDIRIM

Tarih: 03.10.2025 18:44

Rüya satın alan adam

Facebook Twitter Linked-in

Gece yarısı gördüğü kâbusun etkisiyle kan ter içinde yatağından uyanan halter dünya ve olimpiyat şampiyonu Naim Süleymanoğlu, odada bir süre korku ile gözlerini dolaştırdı. Gece lambasının kırmızı ışığının yayıldığı duvara bakışlarını sabitleyen Süleymanoğlu, derin nefes alarak, “Şükürler olsun gerçek değilmiş. Sadece kâbusmuş.”  diye söylendi. Çok sık rüya görmezdi. Kaçan uykusunun geri gelmesi için gözlerini kapattı. Üç gün arayla aynı kâbusu seher vakti üç kez gören cep herkülü, sabah ezanı okunurken uykuya daldı. Kâbusun etkisinde kalan Naim Süleymanoğlu, tabire muhtaç kâbusunu anlatıp yorumcu bulmak için muabbir bulmaya karar verdi.

Erzurumlu haltercilerden Seyfettin’in rüya tabiri konusunda iyi olduğunu önceden duymuştu. Aynı gün öğleden sonra cep telefonuyla Seyfettin’i arayarak halter salonunda buluşmak istediğini söyledi. Seyfettin’le kararlaştırılan saatte buluşan Naim Süleymanoğlu, kâbusu anlatacaktı ki, Seyfettin, ‘hocam’ diye hitap ettiği milli haltercinin sözünü heyecanla keserek, “Hocam sakın ha gördüğünüz rüyayı ya da kâbusu bana veya başkasına anlatmayın. Gördüğünüzün sırrı yok olur. Mana aleminde hiç hükmüne düşer. Erzurum’da tanıdığım ünlü rüya yorumcusu İbrahim Ethem diye birisi var. Gördüklerinizi ona anlatın. Tabiri size anlatsın.” Diyerek İbrahim Ethem’in cep telefon numarasını verdi.

Seyfettin’in yanından ayrıldıktan sonra Süleymanoğlu evine gitti. Odasına çekildi. Orloncu dükkânında çalışmakta olan İbrahim Ethem’i arayıp kendisini tanıttıktan sonra rüyasını kısmen anlatmaya başladı. İbrahim Ethem, telefonda tabir yapılamayacağını belirterek, “Şampiyon, rüyanı tabir edebilmem için gözlerinin içine bakmam lazım. Kimseye kâbusunu anlatma e mi?” ikazında bulundu.

İki hafta sonra Naim Süleymanoğlu ‘Gençlerle buluşma’ programı kapsamında soğuk bir kış günü Erzurum’a geldi. Şehir merkezinde gençlerle sohbet programına katılan milli halterci, serbest program saatinde Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nce emrine tahsis edilen otomobille Palandöken dağındaki beş yıldızlı bir otele gitti. Şoförün arabadan inmesine izin vermediği Süleymanoğlu lobide kendisini bekleyen İbrahim Ethem ile gözlerden uzak bir köşede buluştu. Sade, Türk kahvelerini içtiler. Yaklaşık kırk dakika süren görüşmede Dünya Şampiyonu, İbrahim Ethem’in gözlerinin içine bakarak kâbusunu anlattı. Sohbet ve tabirin anlatılmasından sonra İbrahim Ethem ve Naim Süleymanoğlu birbirlerine sıkıca sarıldı. İbrahim Ethem görüşmenin hatırası olarak, cep herkülüne isminin yazılı olduğu gümüş işlemeli Oltu taşı tesbih hediye etti. Ayrılırlarken ikisinin de gözünden yaş akıyordu.

İbrahim Ethem, evinde gözlerden uzak sakladığı mavi kaplı rüya defterine Naim Süleymanoğlu’nun kâbusu ve tabirini yazdı. Bu görüşmeyi ve Naim’in gördüğü kâbusu kimseye anlatmadı. Mavi ciltli rüya defterini ise ceviz kaplamalı sandığına koyup, bir süre sessizce ağladı.

İbrahim Ethem’in, Naim Süleymanoğlu ile buluşmasından bir yıl sonra…

Pasinler ilçe merkezindeki Hacı Rüştü”nün çay ocağı sabah ezanından önce açılıyordu. Semaverde yanmakta olan çam ağacının hoş kokusu bergomatlı çayın rayihasına karışıyordu. Müezzinin saba makamında okuduğu sabah ezanı ilçenin semalarında yankılanıyordu. Çay ocağındaki mavi ahşap masa ve sandalyeler namaz sonrasında odun ateşinde demlenen tavşankanı çayın müdavimleriyle dolup taşıyordu. Kimileri ise rüyalarını tabir ettirmek için İbrahim Ethem’i bekliyordu

Evinin hemen arka sokağındaki camide namazını kılan İbrahim Ethem, yakındaki Hacı Rüştü’nün çay ocağına geçerdi. Közde pişirilen kahvesini içip vatandaşların, rüyasını tabir ederdi. Köylüler rüyaları tabir ettirmek için sıraya giriyordu. Çay ocağına ilk gelen birinci sırada oluyordu. Rüyalarını tabir ettirmek isteyenler, yumurta, yoğurt, süt, kavurma, tereyağı hediye ediyordu. İbrahim Ethem tabir karşılığında ücret almazdı. Hediyeleri fakirlere ya da hafızlık eğitimi alan öğrencilerin barındığı yurtlara gönderirdi.

 İbrahim Ethem yaklaşık otuz yıldır rüya tabiri yapıyordu. Bu süre içerisinde yüzlerce sahih rüyayı orta kalınlıktaki on üç defterde toplamıştı. Gençliğinde katır sırtında köyleri dolaşıp, sahih rüya topluyor ve yorumluyordu. Sahih rüyaların sahiplerine hayır dua ediyor, onları dua karşılığında satın alıyordu. Ünü Pasinler’i aşmış, ülke geneline yayılmıştı. Köylülerin yanı sıra müdavimleri arasında kimler yoktu ki; belediye başkanları, politikacılar, milletvekilleri, iş adamları, sanatçılar hatta bir siyasi partinin genel başkanı bile vardı.

Rüya tabiri için hocası Kore Gazisi Seyfettin Çavuş’tan el almıştı. Hocası öleli yıllar olmuştu. Sıkça rüyasında gördüğü hocasını rahmetle yad ediyordu. Merhum hocası da İmam Nablusi’nin, İbni Sirin’in rüya tabirlerini Tebriz’li Şahnur’ isimli muabbirden öğrenmişti.

Sade kahveyi severdi. Geceleri az yatar, çok okurdu. Sahih, güzel rüyaları düşünür onları defterine not alır, yorumlardı. Rüya sahibinin ismini, yerini ve tarihini de defterine siyah kurşun kalemle not ederdi. Tükenmez ya da dolma kalem kullanmazdı. Şimdi yaşlanmıştı gençliğindeki gibi katır sırtında köyleri dolaşamıyordu. Çay ocağında ya da evinin yüz metre yakınında işlettiği küçük orloncu dükkânında rüya yorumluyordu. Rüya satın almasını garipseyen ya da eleştirenlere “Bu güzel, muştulu, kutlu rüyalar benimle mezara kadar gelecek. Cennet kokan, Tuba ağacının kutlu meyveleri kokan defterlerimle gömüleceğim. Levhi mahfuzdan gelen bu kutlu sahih rüyalar Allah’ın izniyle mahşerde şefaatime vesile olur umudundayım.” derdi.

Şeyh, sofi, hoca, seyda gibi sıfatlar ile hitap edilen İbrahim Ethem’in güçlü hafızası vardı. Anlatılan rüyayı yıllar geçse de unutmazdı. Sohbetlerinde herkesin doğru çıkan rüya göremeyeceğine işaret eden İbrahim Ethem, “Gönlünü, midesini ve gözünü haramdan sakınanın rüyası da doğru çıkar. Müslüman olmayanların da rüyası doğru çıkar. Ama bunların rüyası salih olmaz. Haram lokmayla ilahi sırra vakıf olunamaz. Kefenim çürüyecek, bedenim çürüyecek ama Allah’ın izni ve inayetiyle rüya defterlerim kıyamete kadar bozulmadan kalacak. Nerden mi biliyorum. Dedik ya kardeşlerim bu bir ilahi sır.”

İbrahim Ethem, güzel rüyanın tabir konusunda ehil olmayana anlatılmasını hoş görmezdi. Rüya ilahi sırdı. Herkese anlatılmazdı. Mahremdi. İfşa edilen, ehline anlatılmayan rüyayı zayi kabul ederdi. İbrahim Ethem, kuşluk vaktine kadar rüya tabiri yapardı. Yaşlıların, çocukların, hastaların ve delilerin rüyalarına önem verirdi. Karşılaştığı delileri kirli, temiz, büyük, küçük demeden sever, yanaklarından öper, hayır dualarını ister, kendisine sunulan hediyeleri bunlara dağıtmaktan mutluluk duyardı. Kadınların ve vücudunda dövme bulunanların rüyalarını tabir etmezdi.

Rüyayı dinlemenin, tabir etmenin günü ve saati vardı. Öyle her saat rüya tabir edilmezdi. Kandil ve Cuma geceleri ile seher vakti görülen rüya makbuldü. Ahlakın bozulması ve dinin yanlış anlaşılıp, bidatın çoğalmasıyla sahih rüyalar azaldı.

Görmediği halde görmüş gibi yalan rüya anlatanları gözlerinden anlayan İbrahim Ethem, “Rüyanı tabir ederim ama yalan olduğunu bildiğin halde anlatırsan manevi alemde ve bu alemde cezası ağır olur.” İkazında bulunurdu. Yalan rüyada ısrar edenlere ise, “Başkasına git. Yalanı sevmem, yalan da beni sevmez.” diyerek yanından kibarca uzaklaştırırdı.

Pasin ovasında sonbahar. Ova sisli. Toprak kırağıda. Kaldırımlarda gazeller rüzgârla savruluyor. Yağmur çiseliyor. Şeker pancarı söküm zamanı. Hacı Rüştü’nün çay ocağında yanmakta olan odun sobasından tatlı bir sıcaklık yayılıyor. Semaverde yakılan çam ağacının tütsüsü ise içeriye uhrevi atmosfer katıyor. Sobanın közünde pişirilen patatesi meraklısının dışında kimsenin gözü görmüyor.

İbrahim Ethem abdestli dolanır, rüya tabirine salavat getiririp, Allah’ın doksan dokuz ismini ve Kur’an’dan ayetler okuyarak başlardı. Zaman ve mekân ötesinden ilahi rahmetin tecellisi olarak gelen rüyayı abdestsiz ve duasız tabir etmezdi.

 Sosyal yaşamda kırmızı çizgileri olan İbrahim Ethem asla banka önünden geçmez, televizyon izlemez, radyo dinlemezdi. Gazete, dergi okumazdı. Kalbi, zihni ve ruhu duru tutmak için günahın, haramın kapılarından uzak dururdu. Hacı Rüştü bu misafirinin duyarlığını bildiği için onun bulunduğu zamanlarda televizyon ve radyoyu açmazdı. İbrahim Ethem ise masasında sırtı televizyona dönük otururdu.

Rivayet odur ki İbrahim Ethem, Hasani Harakani, İbrahim Hakkı ve Abdurrahman Gazi ile kadim mescitte manevi alemde birlikte sabah namazı kılmıştı. Kendisine olayın sorulması halinde İbrahim Ethem’in bakışları buğulanır, “Sırrın sahibi ben değilim. Ruhsat ve ehliyetim yoktur bu konuda söz söylemeye. Büyüklerimizin himmetini ifşa etmek haddimiz değildir.”  diyerek soruyu geçiştirirdi.

Dolunaylı gecelerde evinden çıkmazdı. Misafir kabul etmezdi. Rüya tabir etmezdi. Nafile namazı kılar, Kur’an okurdu. Gül severdi. Saksıda özenle yetiştirdiği kırmızı güllerinin bakımını yapar, beslediği beş kediyle konuşup, onları severdi. Köpek sevmez, köpek beslenen eve girmezdi. Rüya tabiri için katır sırtında gittiği köylerde köpek saldırılarını unutması mümkün değildi. Bir keresinde bir dağ köyünde azgın bir köpek tarafından parçalanarak ölme tehlikesi atlatmıştı. Çevredeki köylüler ellerine geçirdikleri sopa ve kürekler ile köpeğe vurarak İbrahim Ethem’i köpeğin güçlü çenelerinden kurtarmıştı. Bu saldırıdan hafif sıyrıklar ile kurtulan İbrahim Ethem, “Bunun da bir hikmeti var. Köpek durduk yere saldırmaz. Suçu köpekte değil nefsimde arıyorum.” demişti. Sıçandan korktuğunu ise kimse bilmiyordu.

Çay ocağında rüya yorumlarken anlatıcıdan başkasını yanına yaklaştırmazdı. Yabancı, kulakların rüyaları işitmesine, çalmasına izin vermezdi. Anlatıcının gözlerinin içine bakarak tabir yapıyordu. Rüya tabiri ‘seyrü sülük’tü. Yani manevi yolculuktu. Bu yolculukta kalp, zihin, ruh, duru ve temiz olmalıydı.

İbrahim Ethem, farz namazlarını camide, mescitte kılardı. Ezan okundu mu işini bırakır, tabiri yarıda keser, yakındaki camiye, mescide gidip namazını eda ederdi. Nimetin, sırrın, sahibine şükrederdi. Şükür varlığının mihenk taşıydı.

Yeşil namaz takkesi, siyah şalvarı ve uzun kollu beyaz ütülü gömleğiyle dolaşmayı severdi. Zayıf, uzun boylu, kırçıl saçlı, kepçe kulaklıydı. Alnı genişti. Çökük avurtlarını, uzun favorileri kapatırdı. Hafif kamburdu. Kamburundan gizli gizli utanırdı. “Sahip olduğum ilmin zekâtı bu kambur olmalı” diye düşünürdü. Güzel koku sürünmeyi severdi. Gül, amber ve misk sürünürdü. Cuma günleri gül, diğer günler ise misk ve amber sürünüp dışarı çıkardı. Ayaklarını sıcak tutması ve abdestte kolaylık olsun diye ayakkabılarının içine kuzu derisinden mes giyinirdi.

Pasinler’e sonradan gelip yerleşmişti İbrahim Ethem. Nereli olduğunu soranlara gül mevsiminden geldiğini söylerdi. Kimse de nereli olduğunu bilmezdi. Bir komşusunun taziyesinde eşini evliliklerinin üçüncü ayında depremde kaybettiğini söylemişti. Gerisi sırdı. Sırlarıyla seviliyordu İbrahim Ethem.

Esnaftan Peynirci Talat ve çevresindeki birkaç kişi İbrahim Ethem’i sevmezdi. Kâhin, müneccim gibi sıfatlarla aşağılayıp, hakaret etmeyi severlerdi. Elli yaşlarındaki Peynirci Talat, lise gençliği yıllarında Freud ve Nietzsche okumuştu. Rüyaların bilinçaltının dışa vurumu olduğunu böbürlenerek anlatıyordu. Rüyanın ilahi boyutu bulunmayan nörolojik eylem olduğunu savunuyordu. Rüyalar geçmişte, bebeklik ve çocuklukta yaşananların bilinç altına atılması ile kortekste saklanıp, ileri yaşlarda ortaya çıkan sembolik olgulardı Talat’a göre. Rüya tabirinin fal olduğunu ve bunun da dinen haram olduğunu çevresindekilerin gözünün içine bakarak sözlerine onay arardı.

Çay ocağında her karşılaştıklarında İbrahim Ethem ile Talat tartışırdı.  Doğrusu Talat sesini yükselterek, kendinden emin bir eda ile İbrahim Ethem’i tartışmaya çekmeye çalışıyordu. İbrahim Ethem ise sakince söylenenleri dinler. “Gaybın sahibi Allah’tır. Levh-i mahfuzdaki görevli bir melek Allah”ın izniyle uykulardakilere uyarı ve müjdeleri semboller üzerinden rüya vasıtasıyla gösterir. Melekler Levh-i Mahfuz’u görür. Neml Suresi yetmiş beşinci ayette, mealen “Gökte ve yerde gözlerden gizli olan hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta yer almasın.” diyerek rüya hakkındaki İlahi hakkı, karşısındakinin ilmi ve sosyal seviyesine göre açıklayıp tartışmaya girmezdi. Edep, haddini bilmekti. İbrahim Ethem, haddini bilir, cahil ile sohbeti zûl sayardı

Yalnız kaldığı zamanlarda, “Salih rüyalara ne çok ihtiyacımız var.” diye söylenirdi. Çay ocağında otururken öğrencisi olmak için Müceldili köyünden gelen Murat isimli gence, “İnsanoğlu çoğu zaman rüyaların uyarıcı ve müjdeleyici olduğunu bilmiyor. Oysaki salih rüyalara ne kadar muhtacız. Çünkü sözü, özü doğru olanın rüyası da doğru çıkıyor. Doğruluktan uzaklaştıkça salih rüyalardan da uzaklaşıyoruz. Muabbir olmak istiyorsan Allah’a yönelecek, çok okuyup, uykusuz gecelerde tabir ilmi tahsil edip, nefsinle baş başa kalmayacaksın. Tabir kalbe doğar ve keramettir. Boş işlerden, sözlerden uzak duracak doğru sözlü olacaksın. Allah’tan başkasına borcun olmayacak. Boğazından haram lokma geçmemiş, ağzından yalan söz çıkmamış olacak.” Nasihatinde bulunuyordu ki gözü duvardaki takvim yaprağına takıldı. Sustu. Gözleri buğulandı. Nefesi daraldı. Rengi sarardı. Alnında boncuk boncuk ter oluştu. Hüzünlü ses tonuyla birkaç kez on sekiz kasım diye mırıldandı. Buğulu gözlerini kapayıp, “Vakit doldu. İlahi davet tecelli etti. Gördüğün rüya sadık çıktı koca şampiyon. Rabb’im mekânını cennet, kabrini nur eylesin. Aziz milletinin gönlünde ebediyen şükran ve rahmetle yad edileceksin, kardeşim Naim Süleymanoğlu.” cümleleri dudağından döküldü.

Dünya ve olimpiyat şampiyonu elli yaşında hastanede son nefesini verdiğinde ismi yazılı gümüş işlemeli oltu taşı tesbih yastığının altında bulunuyordu.

Olağanüstü bir durumun yaşandığı hisseden Müceldilili genç adam soru sormadan usulca çay ocağından çıktı.

Dışarıda yağmur başlamıştı. Yağmurla birlikte çay ocağının kapısından nurani yüzlü, kısa ak sakallı, orta yaşın üzerinde pardösülü zayıf biri elinde tuttuğu kırmızı güllerle girdi. Civar köylülere benzemiyordu. Giyimi, duruşu çok farklıydı. Kendine özgü cazibesi vardı. Gözlerinin içine bakarak gülleri İbrahim Ethem’in masasına saygıyla bıraktı. İbrahim Ethem masanın üzerinden aldığı gülleri koklayıp salavat getirdi. Gülleri masaya bıraktı. Gelen kişinin bala bandırılmış zeytin rengi gözlerinin içine bakarak oturduğu sandalyeden kalktı. Hiçbir şey konuşmadılar. Meraklı bakışların arasından çay ocağından peş peşe çıktılar. Bu sırada ikindi ezanı okunmaktaydı. Pardösülü adam önde, İbrahim Ethem arkasından mescide doğru yürüdüler. Gülleri getiren adam önde, İbrahim Ethem arkasından mescide girdi.

O günden sonra İbrahim Ethem’i ve pardösülü adamı gören olmadı. Muabbirin beslediği kediler kayboldu. Güllerin bakımını yapmak için evine giden komşular, kırmızı güllerin siyaha dönüşmüş olduğunu gördü. Rüya tabirlerinin yazılı bulunduğu sandık ise yerinde yoktu.

                                            SON


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —